Küresel COVID-19 salgınının etkileri hala tam olarak anlaşılabilmiş değil. Ancak bu krizin hem fiziksel hem de sosyal açıdan şehirlerde bırakacağı izleri nesiller boyunca göreceğimiz açık.
Şehirleri planlama şeklimizde hakim olan kültürel ve teknolojik eğilimlerin ve hatta büyük krizlerin yansımaları görülmektedir. Örneğin 19. yüzyıldaki kolera salgınları, modern kentsel hijyen sistemlerinin kullanılmasına neden oldu. Sanayileşme sırasında Avrupa’da aşırı kalabalık gecekondu bölgelerinde solunum hastalıklarına karşı bir önlem olarak aydınlatma ve hava ile ilgili konut düzenlemeleri hayata geçirilmiştir. Demiryolları, ulusal kentsel sistemler üzerinde büyük bir etkiye sahipti. Otomobilin seri üretimi ise geniş kentsel bölgeler yaratarak genişleyen banliyölere sorunsuzca akan şehirlere yol açtı. Son yıllarda, dijitalleşme ve veri de şehirlerde gezinme şeklimizi ve toplulukların harekete geçip değişim taleplerini nasıl savunduklarını değiştirdi.
COVID-19 salgını kentsel yaşamda köklü değişikliklere yol açtı. Etrafta dolanan insan sayısı, daha önce görülmemiş derecede düşük seviyelere düştü. Yapabilenler için evden çalışma yeni gerçeklik oldu; hatta bazıları için çok daha uygun bir seçenek olduğunu bile söyleyebiliriz. Öte yandan kent merkezlerinin işlemesini sağlayan milyonlarca küçük işletmenin ve işçinin kaderi ise havada.
Bu değişiklikler, şehirlerin nasıl inşa edilmesi gerektiği ve belki de daha da önemlisi, mevcut ve gelecekteki krizlere nasıl daha iyi tepki verebilecekleri konusunda bir tartışma başlattı. Önümüzdeki yıllarda şehir planlamasının beş şekilde etkileneceğini öngörüyoruz.
1. Temel Hizmetlere Erişime Odaklanma
COVID-19’un dünyanın en bağlantılı şehir merkezlerine yayılması, “sağlıklı yoğunluk” hakkında sorulara neden oldu. Acaba kentlerimiz çok mu iç içe oldu? New York Times’dan Michael Kimmelman’ının da belirttiği gibi çoğu pandemi, aslında “kent karşıtı” dır. Ne var ki şehirlerin işlemesini sağlayan şey başta barındırdığı yoğunluk; zaten bu sebeple de ekonomik, kültürel ve politik güç merkezlerini barındırırlar.
Aslında, yoğunluk, etkili kentsel hizmet sunumunun önkoşuludur ve Dünya Kaynakları Raporları serisinden Towards a More Equal City‘nin (Daha Adil Şehirlere Doğru) da öne sürdüğü üzere bugün bile kentlerde yaşayan pek çok insanın temel hizmetlere erişiminde sıkıntı bulunuyor. Su, barınma ve sağlık gibi temel hizmetlere erişimin eksikliği, birçok şehirde COVID-19’a etkili bir şekilde yanıt vermeyi zorlaştırdı. Erişimin iyi olmadığı yerlerde evde kal çağrısına uymak çok daha zor bir hale gelebilir. Bu kentsel hizmetler ayrımının önüne geçilmesi, şehirler için bir öncelik olmalıdır.
2. Uygun Fiyatlı Konut ve Kamusal Alanlar
Şehirlerimizi planlama yaklaşımımız, büyük ölçüde ne kadar dirençli olduklarını da belirler. Kamusal alanların yeterli olmaması veya uygun fiyatlı konut sağlanamaması nüfus yoğunluğu sorunlara yol açacaktır. Örneğin, pek çok hastalığın önüne geçmek için 20. yüzyılın başında Avrupa’da birçok konut yasasının ve yönetmeliği uygulandı. Kovid-19, insanların sosyal mesafe kurallarına uymalarını mümkün kılan geçici tedbirlerden, daha fazla gayri resmi yerleşim yerlerinin iyileştirilmesi gibi uygun fiyatlı konutlara ve kamusal alanlara erişimi iyileştirmeye odaklanması gereken daha kalıcı değişikliklere kadar değişiklikler de yapabilir.
Afrika, Hindistan ve Güney Doğu Asya, yeni nesil şehirleri şekillendirme konusunda büyük bir görevle karşı karşıya. 2050 yılına kadar dünyaya 2,5 milyardan fazla kentli eklenecek, bunların %90’ı Afrika ve Asya’da. 1,2 milyar kent sakininin uygun fiyatlı ve güvenli konutlara bugün erişimi olmadığı tahmin ediliyor. Gözüken de o ki gelecekteki büyümenin büyük bir kısmı planlanmayacak, bu da bu sayıyı sadece 2025 yılına kadar 1,6 milyar kişiye kadar yükseltebilir. Değişim gerekiyor ve belki de Kovid-19 bu değişim için bir uyanma çağrısıdır.
3. Bütüncül Yeşil ve Mavi Alanlar
COVID-19 evde kal çağrı ve yaptırımları esnasında (en azından açık kaldıkları sürece) ziyaret trafiğinde artış görülen az sayıdaki yerden biri de şehir parkları. Şehir planlamasına yeni bir yaklaşım, şehirlerimizi nasıl düşündüğümüz ve planladığımızın merkezine açık alanlar, havzalar, ormanlar ve parklar getirmelidir.
Gri, yeşil ve mavi altyapıyı birleştiren planlamaya daha bütünsel bir yaklaşım daha iyi sağlığı, daha iyi su yönetimini (sel felaketleri, doğal afetlerden sonra görülen birçok salgın ve hastalığa katkıda bulunur) ve iklim adaptasyon ve azaltma stratejilerini destekler. Ayrıca, kentsel dokulardaki daha geniş açık alanlar, şehirlerin acil durum hizmetleri ve tahliye protokolleri uygulamasına yardımcı olabilir.
4. Daha Fazla Şehir-Bölge Planlaması
Şehirlerde olanlar şehirde kalmaz. Bu krizin peşpeşe gelem ekonomik etkisi, çevre bölgelerdeki tedarik ve üretim zincirlerini etkileyecek ve şimdiden de gördüğümüz üzere küresel ağlara da girecek. Bir sonraki kriz için daha iyi plan yapmak için bu daha önce eşi görülmemiş bozulmadan ders çıkarmalıyız. Örneğin, düşük rakımlı ve sele eğilimli şehirlerin iklim krizinin etkilerinden ilk etkilenecekler arasında olduğunu biliyoruz. Şehir/bölge planlarının bir dahaki sefere daha dayanıklı olmasını nasıl sağlayabiliriz?
Ekonomi, enerji tedariki, ulaşım ağları ve gıda üretimi konusunda daha bütüncül bir şehir-bölge planlamasına ihtiyacımız var, böylece bu ağlar zayıf noktalardan çok direnç direkleri olabilir. Böyle bir planlama yaklaşımı, daha geniş ve farklı bir paydaş grubunu masaya getirerek değişim için daha güçlü bir koalisyon yaratacaktır.
5. Daha Fazla Şehir Düzeyinde, Ayrıntılı Veri
Veriler çoğunlukla ulusal düzeyde bir araya getirilirken, herhangi bir salgın veya pandeminin sınırlandırılmasına ilişkin birçok karar yerel düzeyde verilmektedir. Sadece bu kriz için değil, diğer uzun vadeli sürdürülebilirlik ve eşitlik alanındaki sorunlar için de şehirlerin büyük veri gücünden yararlanmasına yardımcı olmak adına karar verme konusunda daha iyi kanıt sağlayabilecek daha ayrıntılı, düzenli olarak güncellenen veri akışlarıyla şehirleri güçlendirmemiz gerekiyor.
Kentlerin direnci tamamen birbirine bağlı olmakla ilintili. Bu da şayet verileri silolarda tutarsak, pivot noktalarının nerede olduğunu izleyemeyeceğimiz ve doğru önlemleri alamayacağımız anlamına gelir. Şehirler, Güney Kore’nin veri yoğun COVID-19 müdahalesinden örnek almalı ve gelecek zorlukları anlayıp bu sorunları daha iyi ele almak için daha kapsamlı, topluluk tabanlı veri setleri oluşturmaya başlamak için topluluk gruplarına, üniversitelere, özel sektöre ve ilgili vatandaşlara ulaşmalıdır.
—
Evde kal çağrıları ve yaptırımları birçok yerde yaygınlaştıkça, COVID-19’un kentsel planlama yaklaşımımızı nasıl etkileyeceğini daha ancak anlamaya başlıyoruz. Düzgün planlandığı takdir de yoğunluk şehirler için iyi bir şey ve öyle de olmaya devam edecek. Ancak en savunmasız kişileri korumak için daha fazlası yapacak mıyız? Şehirleri gelecekteki krizlere karşı daha dayanıklı hale getirecek miyiz? Yeşil ve mavi alanları altyapı yatırımlarımızın önüne ve merkezine getirecek miyiz? Ve şehirlerin çevresindeki bölgelere sadece fiziksel olarak değil, ekonomik, sosyal ve çevresel olarak da bağlı olduğu gerçeğini göz önünde bulundurup buna göre hareket edecek miyiz? Kritik öneme sahip ekonomik ve sosyal dokumuzu yeniden inşa edeceğiz. Peki öncekine kıyasla daha iyi olacak mı, işte bu da alacağımız kararlara bağlı.
Bu yazının orijinali WRI Ross Center for Sustainable Cities Kentsel Gelişim Direktörü Rogier van den Berg tarafından kaleme alınmış olup 10 Nisan 2020 tarihinde TheCityFix.Com adresinde yayınlanmıştır.