Önemli olan pandemi sonucunda yaşanacak sosyal dönüşüme en iyi ve etkin cevabı vermek üzere, akıllı kentsel sistemlerin çok daha hızlı bir biçimde hayatlarımıza entegre edilmesi.
Kaynak: AARP
Dünyadaki kentsel topluluklar, krizden önce de daha düşük yaşam maliyetleri ve iklim değişikliği ile mücadele için daha güçlü planlar talep ediyorlardı. Pandemiden sonra şehirlerde hayat nasıl olacak peki?
İklim değişikliği ile mücadele konusunda pek fazla bir şeyin değişmeyeceğini düşünüyorum. Çünkü halihazırda yaşadığımız ve yaşamaya devam ettiğimiz pek çok kriz aslında iklim değişikliği kaynaklı. Haziran ayında Birleşmiş Milletler yetkilisi Lise Kingo’nun da dediği gibi: “COVID-19 krizi, iklim değişikliği etkilerinin yalnızca bir tatbikatı”. Bu bağlamda gündeme gelen her konu kaçınılmaz olarak kentsel adalet, sürdürülebilir kalkınma ve planlama konusunu gündeme getiriyor. Ve aslında, daha kapsamlı bir şekilde tasarlanmış, daha güçlü planlara ihtiyaç duyduğumuzu gösteriyor.
Bununla birlikte bu pandemi bize kentsel yayılmanın zararlarını bir defa daha hatırlattı. Maalesef kentsel yayılmanın hava ve su kirliliğinde artışa, tarımsal kapasitenin, doğal yaşam alanlarının, vahşi yaşam alanlarının ve açık alanların kaybına, bireysel taşıt kullanımında ve trafik çarpışmalarında artışa, buna bağlı olarak kamu sağlığını tehdit eden obezite, kronik hastalıklar, yüksek tansiyon gibi bulaşıcı hastalıklara neden olduğunu biliyoruz. Pandemi sürecinde zaten bildiğimiz ama hayatlarımızı daha çok etkileyen bir yönü ile karşılaştık: Erişilebilirlik. Erişilebilirlik kavramı 1959 senesinde Hansen tarafından etkileşim için bir potansiyel olarak tanımlanmıştır. 2011 senesinde Todd Litman, ürünlere, hizmetlere, aktivite ve hedef noktalara (ki bunların hepsi bir arada ‘olanaklar’ şeklinde ifade edilebilir) kolay erişimi ifade eden bir kavram olarak tanımlamıştır.
Pandeminin hayatımıza en temel etkilerinden biri olanaklara erişim kısmında yaşandı. Çünkü özellikle kentsel yayılma süreçlerini yaşamış kentlerimizde iş yerlerine, hizmetlere erişim bir sorun haline geldi. İstanbul’da ulaşım kullanımı %70 civarında düşüş gösterdi. Bu aslında bütün dünya kentlerinde benzer şekillerde gerçekleşti. Korona virüsü kentleşme modellerini, yapılaşma biçimlerini ve insan yoğunluğunu sorgulamamıza sebep oldu. Salgın nedeniyle ulaşım tercihlerimizi değiştirdiğimizde bazı olanaklardan mahrum kaldık ve kendi kendine yeten mahallelerin, yürüme ya da bisiklete binme mesafesinde kalan kentsel hizmetlerin, kompakt yapılaşmanın değerini anladık.
Şehirler bu pandeminin merkezinde yer alıyor. Şehirlerde ekonomik yıkımı önlemek amacıyla COVID-19 sonrası şehir hayatının küçüleceğine yönelik endişeler var nasıl değerlendirirsiniz?
COVID-19 salgınının başından bu yana çeşitli mecralarda da konuşuldu, aslında kent, kent planlama ve salgın hastalıklar arasında çok sıkı bir ilişki mevcut. 1850’lerde Londra’da yaşanan kolera salgınını çözümleyebilmek için Dr. John Snow vaka haritalamaları gerçekleştirdi. Bu vaka haritalarına su kaynakları gibi ek katmanlar ekledi, fiziksel haritaları ve infografikleri birleştirerek kolera vakalarının Londra’daki yayılmasını haritaladı. Ve bu sayede kolera virüsünün daha önce varsayıldığı gibi hava ile değil de su kaynakları yoluyla yayıldığı keşfedildi. Kent planlamada çok büyük önem taşıyan veri toplama, veri analiz etme ve verinin haritalanmasının önemini bu süreçte bir defa daha gördük.
1850’lerde Londra nasıl ayakta kaldıysa ya da korona virüsü ile gündeme gelen İspanyol gribinden sonra pek çok şehir nasıl ayakta kaldıysa bence bu pandemi sonrasında da şehirler ayakta kalmayı başaracak. Ancak burada önemli olan pandemi devam ederken ve sonrasında kent yönetimi ve sürdürülebilir kalkınma alanında neler olacağı. Kolera salgınının veriye dayalı planlama ve veri haritalama konusundaki katkısı nasıl önemli bir gelişme ise COVID-19 pandemisinin de farklı katkıları olacağına inanıyorum. Metropoller ve büyükşehirler için akıllı şehirler konseptini daha çok duyacağımız, açık veri paylaşımının, sağlıklı ve güvenilir veri toplama yöntemlerinin, veriye dayalı kent planlamasının daha fazla gündemde olduğu, sürdürülebilir ve yeşil ulaşım sistemlerine yatırımın artacağı ve döngüsel kent kavramının konuşulacağı bir döneme gireceğimizi düşünüyorum.
Bildiğiniz üzere İzmir’de bir deprem felaketi yaşandı. Ağustos ayında ise Malatya’da yaşanmıştı. İstanbul için ise çok uzun zamandır gündemde olan ve bütün kentlileri tedirgin eden bir felaket. Bu afetler, salgınlar bize aslında kentlerimizi dirençli bir şekilde yapılandırmamızın önemini hatırlatıyor. İlk sorunuzda da dediğim gibi iklim krizi ve buna bağlı afetler son derece hayati. Dünya nüfusunun şu anda %55’inin 2050 yılında ise yaklaşık %70’inin yaşamasını beklediğimiz tüm dünya kentleri için dirençli, sürdürülebilir ve döngüsel yaklaşımları gözeterek planlama yapmamız gerekiyor.
*Bu röportajın orijinali, 15.11.2020 tarihinde Sivil Sayfalar’da yayınlanmıştır.
Pöportajın tamamı için: https://www.sivilsayfalar.org/2020/11/15/yasanabilir-sehirler-forumu-covid-19-sonrasi-sehirler-temasi-ile-gerceklesti/